![]() |
---|
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Matematik Tarihi Notları
Matematikte Kriz Dönemleri
Matematik hiç de sanıldığı gibi lineer bir çizgi üzerinde gelişmiyor.
Bilimlerde olduğu gibi onun da bunalım dönemleri var.
En başlıcaları:
1) İrrasyonel Sayılar ve paradokslar (antik Yunan Dönemi)
2) Sonsuz Küçükler Hesabı
3) Eukleidesdışı Geometriler
4) Cantor'un Kümeler Kuramına ilişkin paradokslar
1) Antik Dönem:
M.Ö 5.yüzyıl. Pythagorasçılar, karenin köşegen uzunluğunun, kenar uzunlukları gibii aynı türden bir büyüklük olmadığını anlıyorlar. Açıkçası bu büyüklük, iki tam sayının bölümü şeklinde yazılamaz, bugün tanımladığımız anlamda bir irrasyonel sayıya karşılık gelir. Bu yüzden de sayıların oranına taptıkları dünyalarında bu sayı açıklanamazdır ve gizli tutulmalıdır.
Yine Antik Yunan Döneminde Elea'lı Zenon'un kendi adıyla anılan paradoksları var. Örneğin Akhilleus ve Kaplumbağa,Ok paradoksu gibi.
Bunlar bilinen paradokslar olduğu için geçeceğim. Ancak bu paradoksların ortak özelliği şöyle bir varsayıma dayanmakta. Sonlu bir sürede sonsuza giden devinime olanak yoktur. Örneğin, kaplumbağa paradoksunda,Akhilleus'un böyle sonsuza dek bölünebilen aralıkları sonlu bir sürede gerçekleştirmesi olanaksızdır..Halbuki bu paradoksa yakından baktığımızda bir çıkarım hatası olduğu farkedilmekte. Mesafenin sonsuz bölünebilir olması bu mesafenin sonsuz olduğu demek değildir. Yani bir büyüklüğün sonsuz sayıdaki bölümlerinin toplamı o büyüklüğü sonsuz yapmaz..
2)Sonsuz Küçükler hesabı (XVII. yüzyıl)
Modern matematik başladığında o zamanlar iki gelenek hakimdir. Biri Antik Yunandan gelen ispata dayalı geometri, diğeri de Hint ve daha sonra İslam matematiğinde öne çıkan sayı kavramı ve ona dayalı Cebir.
Bu yüzyılda iki önemli gelişme oluyor. Biri, Descartes'ın Analitik Geometri (geometri ve cebirin birleşimi) çalışması, diğeri de Newton ile Leibniz'in birbirinden bağımsız oluşturdukları Sonsuz Küçükler Hesabı.
Analitik Geometri olarak bilinen çalışmada, koordinatlar aracılığıyla eğrileri denklemlerle ifade etme olanağı doğuyor,bu arada cebirden analize geçiliyor; daha sonra da değişken,fonksiyon gibi kavramlar ortaya çıkıyor. Ancak, bu çalışmalar hızla ilerlerken,antik dönemdeki gibi kullanılan ispat yöntemleri de önemini yitiriyor. Matematik,mantıktan çok sezgi, imge ve deneyime bağlı bir çalışma tarzı başlıyor. Ancak doğru,dürüst incelenmeden çoşkunlukla uygulamaya konulan çalışmalara daha sonraki yüzyılda bildiğimiz eleştriler gelmeye başlıyor.
Örneğin,diferansiyel hesapların anlamına ve dayanaklarına ilişkin eleştriler Berkley, Hegel ve daha başka filozoflardan geliyor. Leibniz ve Newton bile kendi çalışmalarında temeldeki kavramlar üzerinde tam bir açıklık içinde değillerdir. Denebilir ki matematik sıradan bir bilim olmaktan çok bir sanat, hatta kimilerine göre kurgusal bir beceridir.
XIX. yüzyılda matematiğin temellendirilmesine ilişkin çabalar gelmeye başlıyor.(Özellikle Gauss,Cauchy..)
Örneğin karmaşık fonksiyonlar teorisini oluşturan Cauchy,sonsuz küçükler gibi ne olduğu açık olmayan kavramları matematikten ayıklayarak analizde ciddi bir reform başlatıyor. Bu gelişmenin ardından bu kez başka sorunlar ortaya çıkıyor. Sonsuz sayılar ve süreklilik sorunları.. (Elbette başka matematikçilerin katkılarını atlıyorum.) Onları da bu yüzyılın başında Cantor ele alıyor ve ortaya çıkardığı Kümeler Kuramıyla bu sorunlara büyük ölçüde açıklık getirmiş oluyor. Ancak daha sonra biliyorsunuz, bunalım bitmiyor aritmetiği mantıkçılıkla açıklamaya çalışan Frege ve ardından onu bunaltan Russell geliyor.
3) Eukleides dışı Geometriler
İki bin yılı aşkın bir süre biricik olan Euclides geometrisinden farklı geometriler çıkmasıyla matematik bir kez daha sarsıntı geçiriyor. Bunun için Douglas'ın kitabından bir paragraf düşüyor ve bu konuyu başka bir zamana erteliyorum. sayfa:158
'Eukleidesdışı geometri için ipucu,Sacsheri ve Lambert'inkiler gibi geometrilerde ortaya çıkan önermeler hakkında 'düz düşünmek'di.Saccherici önermeler ancak eğer 'düz çizgi' nin ne anlama gelmesi gerektiğine ilişkin önyargılı kavramlarından kendinizi kurtaramazsanız,'düz çizginin doğasına ters'tirler..Bununla birlikte kendinizi bu önyargılı imgelerden soyutlayabilirseniz ve 'düz çizgi'yi basitçe yeni önermeleri gerçekleyen bir şey olarak alırsanız,o zaman kökten yeni bir bakış açısına kavuşursunuz...' (Saccheri Euclides'in 5. postulatını ispatlamak için yeni bir yaklaşım getirmeyi denemiş ve farkında olmadan Hiperbolik Geometri olarak bilinen geometriyi keşfetmişti.)
.
4) Küme kuramına ilişkin paradokslar
Cantor'la birlikte matematiğin büyük ölçüde küme kavramına dayandığı ya da bu kavrama indirgendiği sanılırken,Russell'in bulduğu paradoksla matematik dünyası bir kez daha sarsılıyor..Frege'yi üzen bu paradoks,küme kavramından kaynaklanan bir paradokstu..Bu kısmı daha önce anlatmış olduğum için geçiyorum. Ancak paradokslardan kurtulma yolunda ortaya atılan çözüm önerileri içinde en önemli iki tanesi var..
Birincisi,kümeler kuramını hiçbir eleştiriye yer vermeyecek şekilde sınırlandırılmış aksiyomatik bir sistem kurmak.Ancak bu sistemin sadece paradoksları önlemeye yönelik olduğu ama açıklamakta yetersiz olduğu çok geçmeden anlaşılıyor.
İkincisi ise, elemanların tanımını kümeye başvurarak belirlememek. Bu yönde yapılan çalışmalar hem önlemeye hem açıklamaya yönelik oluyor. (Bilindiği gibi bir kümeyi elemanları belirler.Elemanlardan herhangi birini kümeye başvurarak belirleme yoluna gittiğimizde döngül bir tanımlamaya düşeriz.)
Ancak iş burada bitmiyor..Matematiği temellendirme düşüncesinde olanlar için paradokslar sorununa herkesin birleştiği bir çözüm getirilememiş olduğunun da eklemek lazım.
Burada yine Douglas R.Hofstadter 'in GÖDEL;ESCHER,BACH adlı kitabından bir not düşmek istiyorum..(Sayfa 154)
'Herkesin açık bir kavramına sahip olduğu bir şeyi nasıl tanımlayabilirsiniz? Bunun tek yolu,sözcüğünüzün teknik bir terim olduğunu ve aynı biçimde yazılan günlük dildeki sözcükle karıştırılmamasını açıkça ortaya koymanızdır..Günlük dildeki sözcükle ilişkisinin çağrışımsal olduğunu vurgulamanız gerekmektedir..Euclides bunu yapmamıştı..Çünkü Elemanlar'ının nokta ve çizgilerinin gerçek dünyanın tek nokta ve çizgileri olduklarına gerçekten inanıyordu
‘’Böylece bütün çağrışımların giderildiğinden emin olmadığından, Euclides okurlarını çağrışım güçlerini serbest bırakmaya davet etmiş oluyordu.’’
Douglas bir yerde şöyle de demekte. Kullandığımız sözün bizim için bir anlamı vardır..Sözcük yaygınlaştıkça,onunla ilgili çağrışımlarımız daha da artar ve anlamı daha derinlere kök salar..Bu nedenle yaygın bir sözcük için bir tanım verildiğinde,biz ona uymak yerine, büyük oranda bilinçsizce, zihnimizim çağrışım deposunda bulduğumuzla yönlendiriliriz. Euclides;Elemanlar adlı eserinde 'nokta','daire' gibi yaygın sözcüklerin tanımlarını vermeye girişirken bu türden bir problem yaratmasıdır.
Matematik Felsefesi Ekolleri
Şimdi de biraz matematik felsefesi ekollarından (sezgicilik,platonculuk,mantıkçılık,formalizm ) formalizm üzerinde durmak lazım..
Formalizm nedir?
Matematik bir dildir,onun bu dilden ne fazlası ne eksiği vardır. Bu görüşün temsilcisi sayılan Hilbert'e göre matematik basitçe, simgelerle oynanan bir oyundur. Öyle ki sistemi oluşturan terimler anlamsız bir simge, ilişkileri dile getiren tümceler içerikten yoksun bir önermedir. Matematiğin bütün teoremleri formal lojik kullanılarak aksiyomatik kümeler kuramından elde edilebilir. Açıkçası Hilbert'e göre matematik; mantığa indirgenerek değil,simgesel aksiyomatik bir yapıya dönüştürülerek temellendirilmeli..(O dönemde mantıkçıların da yaptığı yetmemişti, şimdi sırada Formalizm var)
Örneğin 1+1=2 tümcesinde eşitliğin iki yanındaki sayılara 1+1 ile 2 ‘nin birbirinin yerine kullanabileceğimiz simgeler olmaktan başka bir anlam taşımadıkları gözüyle bakılmalı..Kurduğumuz bu dizgenin tutarlılığı, dizgenin kendi kuralları içerisinde bizi 2≠2 gibi olmadığı gösterilerek sağlanmalı..
Oysa klasik matematikte tutarlılık matematiksel bir çalışmanın tutarlılığı, tutarlılığı varsayılan başka bir dizge model alınarak anlaşılıyordu. Örneğin geometrinin tutarlılığını göstermek için aritmetiğin model alınması veya tersi.. Yani klasik dönemdeki tutarlılık yoklaması,sorunu bir alandan başka bir alana kaydırma biçimindeydi.. (Bu da bizi ya döngül çıkmaza sokar ya da sonu gelmez bir geriye gidişe iter..) Hilbert tutarlılığı,bu sakıncaları taşımayan doğrudan bir yöntemle belirlenebileceğini gösterebilmek istiyor. Bir dizgenin tutarlı olması için, herhangi bir çelişki içermemesi yani dizgenin önerme kalıpları arasında P ve P-değil gibi birbiriyle çelişen iki tümceye yer vermemesidir.
Yani Formalizm'de matematik; kendi içerisine dönen,kendi kendine araştıran bir alan, kağıt üzerine işaretler koyarak oynanan aksiyomlardan, teorem çıkarmaya yarayan bir oyun.Ancak Hilbert'in Metamatematik diye bilinen bu çalışması daha ilk cildi yayınlanmadan (1931 de) Gödel ile kırılıyor..
Gödel'in bulduğu neydi?
Belirli miktarda aritmetiğin ifade edilebildiği herhangi bir tutarlı formel sistem içerisinde; öyle önerme bulunabilir ki,ne bu önerme ne de bunun olumsuzu bu sistem içerisinde ispatlanabilir. Yani eldeki formal sistem içerisinde öyle doğrular bulabiliriz ki bunların ispatları yoktur. (Gödel burada Hilbert'in doğruluk kavramı yerine ispat kavramını koyuyor.) Bu nedenle birtakım aksiyomlar üzerine kurulmuş formel ve tutarlı sistemler aksiyomlardaki yetersizlik nedeniyle aslında eksiktirler.
Daha net bir ifadeyle Gödel’in keşfettiği şey şuydu; toplama,çarpma ve 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9,..(Peano aksiyomlarıyla oluşan bir dizge) ile ilgilenirsek bunlar hakkındaki bütün gerçeği ve sadece gerçeği elde etmeye çalışan herhangi bir aksiyomlar kümesi eksik olacaktır.Yani bu aksiyomatik sistem ya tutarsız ya da eksik olacaktır. Dolayısıyla eğer siz bir aksiyomatik sistemin yalnızca doğruyu söylediğini kabul ederseniz, o zaman bu sistem size bütün doğruları söylemeyecektir. Eğer aksiyomların sizin yanlış teoremler ispatlamanıza izin vermediğini kabul ederseniz, bu durumda aksiyomatik sistem eksik olacaktır.
Hilbert'in yaptığı neydi? Temel aritmetikteki tüm doğruları,aksiyomlardan türetebilmek, bu sayede matematikteki tüm doğruları da bu aksiyomlardan elde edebilmek.
Oysa Gödel bunun olanaksızlığını gösterdi..'Bu tümce ispatlanamaz' ifadesini formalize etti..Bu G ifadesi olsun. Bu G ifadesinin değilini de formalize etti..Daha sonra G ifadesinin doğruluğu ispatlanabilirse,değilinin de doğruluğunun hesaplanabileceğini gösterdi. (Doğruluk ile ispat aynı şey değil..)Ve Gödel buradan iki sonuca vardı..Basit aritmetik içeren sistem tutarlı ise eksiksiz demek değildir. Yani aksiyomatik bir sistemin tutarlılığını sistemin kendi içinden (sistemin formüllerini ve işlemlerini ) kullanarak ispatlamak mümkün değildir.
Gödel'in eksiklik teoremini dayandırdığı düşünce neydi? Burada onun Platonculuğuna değinmek lazım....Gödel için matematiksel hakikatler bizden bağımsızdır..Eldeki formel matematiksel sistemlerimiz eksiktir çünkü matematiksel hakikat bundan daha fazla bir şeydir. (Bu,Gödel'i Husserl'e yaklaştırıyor. Çünkü Husserl'e göre matematik nesnelerle fizik nesneleri tecrübe etmek aynı şey!!..Dahası fenomenolojiye göre bir nesneyi bütün olarak algılamayız, onu kısmen algılarız. Bundan dolayı nesne hakkındaki bilgimiz eksiktir ve nesnenin kendisi bizim tecrübemizi aşkındır.)
Gödel, matematiksel sezgiye, fiziksel nesnelerin var olduğunu söyleyen duyu algısı kadar güvenmemiz gerektiğini söylüyor. Matematiksel bilginin bizim dışımızda olduğunu düşünüyor fakat aksiyomatik sistem inşa etmekle o bilgileri olası da olsa elde edebileceğimizi söylüyor. Yine Husserl gibi bir nesnenin varlığını veren ipuçların derece derece olduğunu dolayısıyla onunla olan tecrübemizin yanıltıcı olabileceğini düşünüyor. (Basit aritmetiksel nesneler hakkındaki kavramlarımız nesiller boyunca özümsenmiş,zihnimize oturmuş..Aynı şeyi sonsuz kümelere dair kavramlarımız için söylemek zordur..Bu kavramların bizi yanıltması daha olasıdır.
Bu bağlamda,Gödel için tümdengelimsel olan aksiyomatik bir sistem içinde bir sorunun karar verilemez olması,mutlak anlamda karar verilemez olması demek olmadığını da eklemek lazım.. Gödel platonculuğunun sonucu olarak,sadece eldeki sistem için aksiyomların yetersiz olduğunu eğer daha güçlü aksiyomlar bulunabilirse ispatın mümkün olabileceğini ekler..Ancak hangi aksiyomların seçileceğinin ayırdına nasıl varılacak? Üzerinde çalışılarak elde edilmiş aksiyomların kullanışlı olmasıyla..(aksiyomların matematikte aynı zamanda fizikteki yararlılıklarıyla) Örneğin Cantor'un Süreklilik Hipotezinin çözümüne yol açacak gelecekte matematikte sezgiler mümkündür.)
Wittegenstein için felsefenin matematiğe sunacağı hiçbir şey yoktur, matematiğin de felsefeye. Matematik ona göre bir hesaptır. Matematiğin bazı kurallardan ibaret olduğunu, epistomolojik ve ontolojik sorunları olmayacağını söyler ve bu yüzden Hilbert'tin, Gödel'in de karşısındadır. Hatta bir keresinde 'amacım Gödel'in ispatı hakkında konuşmak değil,onu es geçmektir 'der.
Poincare sezgiciliğe önem veren bir matematikçidir..Ve bu konuda onun düşüncelerini yazmadan geçemeyeceğim..'’Sezgiye yer vermeyen matematikte yeni buluşlara gitme şöyle dursun,ispat bile yapılamaz. Başvurulduğunda ise ortaya konan indirgeme döngülü bir çıkarım olmaktan öteye gidemez..'’ (Başka bir yazıda Poincare'nin paradokslarda çatışkı nerede başlar diye bir makalesinden bahsetmek lazım.)
Bir de Carnap’ın sözlerine yer verelim..'Matematiği sayısız dizgelerin bir bütünü saymak daha yerinde bir belirleme olur. Matematiği az sayıda aksiyomlardan çıkarsana bilen bir yığın teoremden ibaret saymak yanlıştır.'
Yine Poincare.'’Geometriyi,hani şu Chicago'daki ünlü makinede bir yandan domuzlar canlı canlı giriyorlar öbür yanda sosis olarak çıkıyorlar ya onun gibi,bir ucundan aksiyomları koyduğumuz öteki uçtan teoremleri aldığımız bir makineyle değiştirebiliriz. Bu makineler ne yaptıklarını ne kadar biliyorlarsa matematikçinin yaptığını da o kadar bilmesi yeterlidir.'’
Özetle,aranan matematiğin salt kendi içinde bir kesinlikse bunu bulamayacağımızı Gödel teoremleri göstermiştir. Fakat bu durum Hilbert programının iki temel amacı tamlık ve tutarlılığın erişilemez olduğu demek değil. Sorunun bir ölçüde de olsa başlangıçta konan aritmetik ve mantık aksiyomlarıyla sınırlamadan kaynaklandığı söylenebilir. Sınırlama yapılmadan,Gentzen sonsuz
Mart 2014
Marx'ın El Yazmaları Üzerine
Karl Marx'ın son çalışması olarak 1888 yılında yazdığı el yazmaları ;aslında 1858 lerde cebirle başlayıp türev ve integrale, oradan diferansiyel geometriye,diferansiyel kavramlara,onları anlama ve diyalekleştirme çabasına kadar,30 yıla yayılan bir sürecin hikayesi. Ölümünden sonra,yıllarca saklanmış,derlenmiş yaklaşık 300 sayfa..'Kapital' üstüne çalışması sürerken zorunlu olarak matematikle ilgisinin başladığı ve 'engellendim' dediği tarih 1858 dir ve bu sıralarda Marx, 40 lı yaşlardadır
Şimdilik,sadece matematikle olan sürecine,çalışmasındaki
titizliğine,yararlanmış olduğu kaynaklara ve en yakın dostu Engels'e gönderdiği mektuplara odaklanıyorum.
( Marx, matematikçi değildi.Ve elbetteki ' Kapital' üstune calışması sırasında, bilgi eksikliğini gidermek ve cebirsel yöntemleri politik ekonomide uygulayabilmek adına işe başladı.Ama sonradan ilgisi 'sonsuz küçük' hesabın felsefi temellendirilmesine dönüştü..Bu alandaki çalışmaları matematikte gereksiz kılınsa da, felsefi ve tarihi değer bakımından önemlidir .Ayrıca hatırlatmak gerekirse, 17. yüzyılda Leibniz,Newton tarafından başlatılan analiz ,Cauchy,Lagrange gibi diğer matematikçiler tarafından geliştirilse de Marx'ın döneminde ,analizle ilgili hala temellendirilme sorunları vardır. Süreklilik ve limitle ilgili son çalışmalardan haberdar değildir.)
İşte matematikle ilgili 1858'den başlayarak Engels'e gönderdiği bazı mektuplar.
Marx'tan Engels'e
'Ekonomik ilkeleri çözerken hesaplama yanlışlarıyla öyle kötü engellendim ki, umutsuzluktan bir an önce cebir öğrenmeyi tasarladım. Aritmetik bana yabancı kalıyor. Ama cebirsel yol boyunca kendi yönümde hızla ilerliyorum. (11 Ocak 1858)
'Benim icin yazmak neredeyse olanaksız. Gerekli kafa rahatlığını hala bulduğum tek konu matematik.'(23 Kasım 1860)
"Boş zamanımda diferansiyel ve integral hesapla uğraşıyorum.Bir öneri! Elimde bir yığın kitap var ve konuyu incelemek isterseniz birini size göndereceğim. Askeri incelemeleriniz için hemen hemen zorunlu sayıyorum. Yeri gelmişken söyleyeyim ki (yalnız teknikle ilgili olarak) örneğin,cebirin yüksek bölümlerinden çok daha kolay bir matematik bölümü (konik kesitler üstüne genel bilgi dışında),alışılmış cebir ve trigonometri bilgisinden başka hiçbir şey gerekli değil.'( 6 Temmuz 1863)
Bu arada 1865 sonu veya 1866 başı olduğu tarihlenen bir başka mektupta
Marx parabole çizilen teğet probleminden bir örnekle diferansiyel hesabın temellerini Engels'e açıklıyor.Buradan hala, Marx'ın,matematiğin temelleriyle ilgili çalışmasını politik ekonomiyle bağlantıları içinde anlıyoruz.. (kapital dolaşımı sorunları ve devletlerarası bonoların rölüne ilişkin incelemeleri v.s )
Anlaşılan o ki,kendisini önceden yeterli bulmadığı kimi sorunlarla karşılaşınca, onları tümüyle, temellerine dek öğrenmeye çalışıyor.Cebir ve aritmetikle yetinmiyor,kendisini diferansiyel geometriye götüren kapıları açıyor ve oraları zorluyor..Gitgide daha sistemli bir karakter alan matematik üstüne düşünceleri ve temellendirme ilgisi, 3 ciltlik 'Kapital' eserlerini yazdıktan sonra da devam ediyor..
Marx'tan Engels'e
''Anlayıverdiğiniz gibi, Sam, uyguladığım çözümsel yontemi hemen bir yana atarak eleştiriyor, karşılık olarak da, hic sözünü etmediğim geometrik uygulama ile uğraşıyor. Aynı bicimde, kendine özgü sözde diferansiyel yöntemi ,Newton ile Leibnitz'in gizemsel yönteminden başlayıp, D'Alembert ile Euler'in ussalcı yonteminden gecip, Lagrange’ın cebirsel yöntemi ile bitirerek başımdan savabilirdim;diferansiyel hesabın geometrik uygulamasında, yani geometrik gösterimde, pratik olarak önemli hicbir şeyin değişmediğini söyleyerek,çözümlemenin bütün bu tarihsel gelişimini başımdan savabilirdim.
Güneş şimdi pırıl pırıl; dolayısıyla yürüyüşe çıkma zamanı; dolayısıyla matematik üstüne bunlar yeter; ama bundan sonra farklı yöntemleri arada bir ayrıntılı olarak ele alacağım.' (28 kasım 1882)
Daha pek çok mektup ve ayrıca Engels'n Marx'a gönderdikleri , her ikisinin Hegel'e dair yazdıkları ve buradan Hegel ve Sonsuzluk, onun matematik felsefesi tüm bunları bir başka yazıya bırakarak,şimdilik Engels'in Marx hakkındaki matematiğe ilişkin sözleriyle bitirmek istiyorum.
"Kendisine engin bir matematiksel ve bilimsel eğitim yormadığınız Koca Hegel konusunda söylediklerinizi yorumlamadan edemem. Hegel öyle iyi matematik bilirdi ki, ölümünden sonra ardında bıraktığı bir yığın matematiksel el yazmasını yayımlamaya öğrencilerinden hicbiri yetenekli değildi. Bildiğim kadarıyla, böyle bir işi yapabilmeye yeter matematik ve felsefe bilgisi olan tek kişi Marx'tır'
(Marx'ın Matematik El Yazmaları ilk olarak 1932' de yayımlandı., Daha sonra İsveçli Matematikci Wildhaber, ardından G. F. Rybkin bu işle ilgilendi.Ardından bu çalışmalar matematik tarihi ve felsefi
problemleri konusundaki bilgisiyle S. A. Yanovskaya önderliğinde yürütüldu. Ve Yanovskaya'nın yorumlarıyla birlikte 1980 de tekrardan yayınlandı.) Mayıs 2016
Bir Deleuze Gizemi
Deleuze 'Fark ve Yineleme' adlı kitabında sayfalarca kaos,limit,türev,integral kavramlarını ele alarak matematik felsefesi yapıyor, Yapıyor da,bu kavramların anlamını bilseniz de bilmeseniz de durum bir muamma gibi!!.....Ama birinde farklı..Kavramların anlamlarını bilmiyorsanız,bir şeyler bulanık da olsa Deleuze'nin 'göçebe,yertsiz-yurtsuz,içkinlik' le bezenmiş gizemli dünyasında kendinizi harika hissedebilirsiniz!! Öyle süslü,öylesine edebi ve dahiyane ki!!..
' Uzunlukların sıfıra büzüldüğü,saatlerin durduğu ışık hızı,süreklinin kuvveti olan limit,kaotik sanal vs.. '
Okudukça, türevle integralle geçirmiş olduğum zamanları unutmak istiyorum. Başka anlamda kullanılsa, yamuk da bakılsa pek aldırmayacağım... Böyle de güzel .'Yücelerin Yücesi'nin kıyısında biraz da ben yürüsem fena mı olur?.Ancak,satırlar ilerledikçe hiç de öyle olmuyor,yürüyemiyorum.Sanıldığı gibi metaforik değil,bilimsel anlamında alınan bu kavramlara öylesine yüzeysel yaklaşılmış ki.!!
Konu haliye, bir dizi yanlışlarla dolu..
Alan Sokal 'Son Moda Saçmalar' kitabında Deleuze ve Guattari'de gördüğü bu yanlışlara değinmiş ama pek çok yerde nedenlerine girmemiş..Desanti'nin söylediğini bir yerde örnek vererek' Bu tip önermeler onları saçma olarak değerlendirecek olan bir 'matematiksel kafayı' hayrete düşürmekten başka işe yaramaz' deyip kestirip atmış adeta..
Ama ben kendimce açmayı deniyorum..Matematikle felsefe arasında herşey bu kadar boşlukta kalmamalı...Hele hele kavramlar, olağan bilimsel anlamlarında kullanılırsa..Olası akıl karışıklığı ister istemez,ortaya yeni bir durum çıkarıyor.
'Türev felsefesinin ilkesi;titiz bir yorumlamaya tabi tutulmalıdır ve hiçbir şekilde sonsuz küçüğe bağlı olmamalıdır' demiş.Deleuze. (Yineleme ve Fark..1964)
Oysa bu sabit;150 yıl önce Cauchy ile birlikte çoktan
değiştirilmiş..Matematikçiler o zamanlar zaten bu sabitin yeterli derecede açıklamadığını görmüşler üzerinde yıllarca tartışmışlar..Deleuze böyle bir şeyi nasıl görmezden gelmiş? Niye bilinen bir şey üzerinde sonradan bir gizemleştirme çabasına girişmiş?
Aynı şekilde türevi anlatırken Lagrange 'a (1770' lere kadar)kadar uzanan çok eski tanımına dayanmış. Ve bu çalışma da Cauchy 'den sonra çoktan terkedilmiş.Oysa bu tanımlar Calculus'un çok bebek yıllarına dayanıyor..
Limite sürekliliğin kuvveti demiş bir yerde..(matematikte de puissance continiu olarak kullanılır.)..Oysa sürekliliğin kuvveti denmez gücü denir..Bu ikisi aynı anlamda kullanılmıyor..Matematikçi olunmasa da yanlış tanımlamalar üzerinden felsefe yapmanın nasıl bir işlevi olabilir ki?
Hegel'in matematik felsefesine giriyor ve onun,bir fonksiyondaki değişkenlerden birinin diğerine göre yüksek bir kuvvette alması bundandır deyip devam ediyor..Fonksiyonlarda farklı güçlerin karşılaştırılmasını olanaklı kılan bir depotansiyalizasyon,yani birini diğerine bağımlı kılan güçsüzleştirme işlemi var..
Deleuze eleştiriyor mu yoksa eleştiriyormuş gibi mi yapıyor veya matematik aslında böyle mi demek istiyor,belli değil...Eğer öyleyse bu oldukça gizemli durum için şaşılası bir şeyler yazmayı deneyebilirim.
Mesela...
Şimdiye kadar yüksek dereceli fonksiyonları,hiç böyle oldukları için üstün görmemiştim.Zamanında Calculus'un yaratıcıları Newton,Leibniz ardından Cauchy ve ardından gelenler doğanın hareketini tasarımlarken nasıl bir şey yapacaklardı? Bilemedim.Doğa kaotik..Düşünürken bile bir şeyleri öncelikli düşünmez miyiz?..Birini diğerine bağlı mesela..Cantor gerçel sayıları doğal sayılardan daha kalabalık düşünmüş ..Birinin sonsuzluğu diğerinin sonsuzluğundan daha büyük mesela..Tüm bunları hepsi eşitliğe,tekilliğe aldırılmadığı için mi? Bir referans alınmaması gerektiği için mi? Burada kesebilirim.Ben de konuyu başka taraflara çekip, bir şeyleri gizemleştirme çabasına düşebilirim..
'Her limit kendi kendine indirgenmez,heterojen koordinat sistemleri yaratır ve değişkenliğin uzaklık ve yakınlığına bağlı olarak süreksizlik eşikleri koyar.Bilim kendi birliği tarafından değil,kaosla karşılaşmasına vesile olan tüm limit ve sınırların oluşturduğu referans düzlemi tarafından lanetlenmiştir.(Deleuze ve Guattari 1994)
'Bilim kaosa tamamen farklı,neredeyse zıt yönden yaklaşır.Sanalı gerçek kılabilecek bir eylemsizlik kazanabilmek için sonsuzdan,sonsuz hızdan feragat eder.Felsefe bir içkinlik veya tutarlılık düzlemiyle ilerler;bilim ise eylemsizilik düzlemiyle'
Kaotik sanala eşik sabiti koyan bilim, referans koymuş oldu,bir yerde içkinliği aştığı için felsefeden farklılaşmış oluyor demek istiyor.
'Felsefe kavramlarla bilim ise olgularla ilgilenir.(Deleuze ve Guattari 1994)
Bilim ve felsefe arasında bu kadar keskin ayrım mı vardır?.Matematiği,doğa bilimlerini kavramsız,felsefesiz düşünemiyorum...
Calculus,görelilik,grativity,eksiklik teoremi gibi bir dolu düşünsel maceralar kavram üretmediği için mi? Bu öylesine iç içe bir şey ki..Biri nerede başlayıp nerede biter,bilemedim...

